GENÇ TÜRK
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

GENÇ TÜRK

::::GnCTURK::::
 
AnasayfaGnCTurkAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 DİNİ HİKAYELER

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
JOKER
Admin
Admin
JOKER


Erkek
Mesaj Sayısı : 210
Yaş : 29
Nerden : SEN NERDEYSEN
RUH HALİ : DİNİ HİKAYELER Geveze
TUTTUĞU TAKIM : DİNİ HİKAYELER Fb
KONU :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

paylaşım :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

AÇIKLIK :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 02/06/08

OYUNLAR
OYUNLAR: 20

DİNİ HİKAYELER Empty
MesajKonu: DİNİ HİKAYELER   DİNİ HİKAYELER Icon_minitimeCuma Haz. 13, 2008 6:19 pm

Sen Ahmed ü Mahmud ü Muhammedsin efendim
Hak’dan bize Sultan-ı müeyyedsin efendim.
(Şeyh Galip)
Vahiy meleği Cebrail aleyhisselam, anlatıyor:
-Hazret-i Allah, beni yarattı. Onsekizbin yıl arz altında kaldım…
-Ey Cebrail seni kim yarattı?
[url=https://gncturk.catsboard.com/][/url]
-Sen yarattın yara Rabbi. Her şey senin ve sen her şeyi yaratansın… Bense… ben, güçsüz ve ihtiyaç sahibi bir mahlukum.
Konuşmadan sonra bir onsekizbin yıl daha geçti… Yüce Allah yine sordu:
-Seni kim yarattı?
-Ya Rabbi, beni yaratan; öldürmeye ve diriltmeye kudreti olan sensin. Bense kuvveti hiç bir şeye yetmez biçarayim.
Üçüncü onsekizbin yıl da geçti…
-Ey Cebrail, ben kimim, sen kimsin?…
-Allahım sen her şeyin yaratıcası ve sahibi; bense bir kulcağızım.
Bu cevabımın peşinden bir merakımı dile getirdim:
-Ya Rabbi benden üstün bir varlık halkettin mi?
-Karşına bak, buyurdu…
Yüce emre uyarak gösterilen yere baktığımda bir nur gördüm. Ama nasıl bir nur? Güzelliğine hayran kaldım. Dört tarafında da dört ayrı nur?
[b]-Allahım, gözlerimi alan bu harika aydınlık da ne?
-Seni, ne kadar melek varsa hepsini ve bütün her şeyi aşkına yarattığım nur!… O, en aziz kulum ve Peygamberimdir. O, canlı cansız her şeyin en üstünü ve en hayırlısı olan Muhammed Mustafa’dır “sallallahü aleyhhi ve sellem”[/b]
Sordum:
-Ya çevresindeki nurlar?
[b]-Sağındaki Ebu Bekir Sıddik, solundaki Ömer ibni Hattab, önündeki Osman bin Affan, ardındaki Ali İbni Ebi Talib’dir. “Radıyallahü teala aleyhim”.[/b]
-Ya Rabbi; bu beş kişinin diğer insanlardan üstün bir tarafı olmalı!
-Bu beşi kendime dost seçtim. Onları seven beni sevmiş, düşmanlık eden bana düşman olmuş olur. Bunları sevenleri cennete, sevmeyenleri cehenneme koyacağım.
Hak yarattı alemi, aşkına Muhammed’in
Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed’in
İlk insan Adem Peygamber, arş üzerinde “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” yazısını görünce ismin sahibinin erişilmezliğini anladı. Ancak O’nun ismi sadece göklerin en yükseğini mahyalandırmamıştı. Kelime-i tevhid cennette her sarayda, her yaprakta, her çiçekte, her bucakta okunuyordu.
Adem aleyhisselam, bu hali oğlu Şit Peygambere anlatıyor:
-Cennette O’nun ismi ile güzelleşmemiş bir tek köşe bile görmedim. Her yan ve her yön o şerefli ismin pırıltılarını aksettiriyor.
-Peki, babacığım hanginiz daha kıymetlisiniz?
Şit aleyhisselamın sualine Adem Peygamber cevap vermek istememiş olacak ki sükutu tercih etti. Ne var ki aynı sual üçüncü kere tekrarlanınca ezeli hakikat daha o günden açıklandı.
Alemlerin Rabbi buyurdu:
-Ya Adem! Her şeyi senin için yarattım, seni ise o seçilmiş için!!! Cenneti o’nunla ve o’nun ümmetiyle dolduracağım. Kendisine arap dili ile Kur’an-ı kerim indireceğim. Bu kitabın emir ve hükümleri, hiç değişmeyerek dünyanın sonnuna kadar devam edecektir. Bu peygamber, benim en sevgili kulumdur. İyiliği her insana ulaşacaktır. O’na uyanlar seçkin kullarımdan olur. Büyük şefaat sahibidir. İsmi yer yüzünde “Muhammed” göklerde “Ahmed”dir. O’nu dünyanın sonuna yakın göndereceğim. Hiç bir Peygamber O’ndan üstün olmadığı gibi, hiç bir ümmet de O’nun ümmetinin sayısına varamayacaktır. Ümmeti abdestli gezer. Öyle ki bunların yerdeki nurları yıldızların gökteki aydınlığı gibidir.
Ol dedi oldu alem, yazıldı levh ü kalem,
Okundu hatm-i kelam, şannına Muhammed’in
Adem babamız, cennetten çıkarılınca, üç yüz sene göz yaşı döktü. Çok üzgün ve çok pişmandı. Gaibden gelen bir sesin de hatırlatması ile el açıp-cennette iken Cebrail aleyhisselamdan öğrendiği bazı isimleri araya koyarak-dua etti:
-Ya Adem, kıyamete kadar gelecek evladının günahlarının bağışlanmasını isteseydin bu isimlerin sahiplerinin sevgisi için yine kabul ederdin…
Hep erenler geldiler, dergaha yüz sürdüler
Zikr-ü tevhid ettiler, nuruna Muhammed’in
O, müthiş tufandan önce Nuh aleyhisselama bir gemi yapması buyurulunca yüzyirmi dörtbin dört tane tahta hazırladı. Ve Cebrail’in tenbihi ile her tahtaya bir Peygamberin mübarek adını yazdı. Ancak ertesi gün tahtalardan isimler silinmişti. Olaya çok üzüldü. İsimleri tekrar yazdı. Devrisi sabah yazılar yine silindi. Bir daha yazdı ama bir sonraki gün tahtalar bomboştu… çok müteessir oldu… bir tuhaflık vardı bu işte. Sır, gelen vahiyle çözüldü.
-Tahtaların ilkine benim, sonuncusuna da habibim Muhammed Mustafa aleyhisselamın adını yaz ki şeytan öbür isimleri silmesin.
Nuh Peygamber, emredildiği gibi yaparak çalışıp gemisini tamamladı. Fakat dört tahta artmıştı. Bunu Cebrail aleyhisselamla konuştu:
-Ya Cebrail, fazla gelen dört tahtayı ne yapayım?
Vahiy meleği suali Hak teala’ya sundu.
İnsanlığın ikinci babası Nuh Peygambere haber geldi.
-Ey büyü peygamber! O dört tahtaya son peygamberimin dört halifesinin isimlerini yaz; gemi o zaman tamam olacaktır. Zira o dört insan, İsla dininin dört sütunu gibidir. İslamiyet onlarla ayakta kalır ve onlar sayesinde dünyanın her tarafına yayılır. Vahye uyularak denilenin yapılması ile gemi tamamlandı ve ondan sonra yüzebildi.
Nuh Peygaber, Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali’nin isimlerini artan tahtalara yazarak bunları gemisine çakmadıkça görünüşteki kusursuzluğa rağmen geminin yüzmesi ve felaketten kurtulması mümkün olmamıştı.
Ya mü’minler… mü’minlerin de o dört büyük zatın ismini kalplerine yazmadıkça dıştan ne kadar olgun ve noksansız görünürlerse görünsünler büyük imtihanda kurtulmaları mümkün olabilir mi? Sadece iki cihan güneşi eşsiz ve emsalsiz Peygamberimizi değil, O’nun dostlarını da sevmek gerekiyor… Bu şart yerine gelmeden, O’nun sevdiklerinin aşkı kalbe yerleşmeden cezadan kurtulmak ne mümkün?…
Veysel Karani kazandı, ahir yine özendi
Sekiz uçmak bezendi, aşkına Muhammed’in
İbrahim aleyhisselam, bir gün rüyasında Cenneti gördü. Uzunluğu yer ile gök arasındaki mesafeden fazlaydı. Meleklere:
-Buralar kime mehsustur? diye sordu.
-Evlatlarından Muhammed Mustafa ve o’nun ümmeti içindir, diye cevap verdiler.
İbrahim Peygamber, dikkatle bakınca ağaçlarda”La ilahe illallah” budaklarında “Muhammedün Resulullah”, meyvelerinde “Sübhanellah”, “Velhamdülillah” cümlelerinin yazılı olduğunu gördü…
Uyandığında rüyasını milletine nakletti.
-Ümmeti Muhammed kimdir, diye sordular. İbrahim aleplisselam, düşünceye daldı. O anda Cebrail aleyhisselam peyda oldu ve:
-Ne düşünüyorsun ey Allah’ın dostu, dedi.
-Bir rüya gördüm… girdüklerimi ümmetime anlattım, Muhammed ümmetini öğremek istediler. Benimse bu hususta bilgim yok. Onun için düşünüyorum.
Cebrail aleyhisselam:
-Ben de fazla bir şey bilmiyorum, diyerek Cenab-ı Hakka arz etti:
Yüce Allah şöyle buyurdu:
-Muhammed, benim ahir zaman Peygamberimdir. Makbul kullarıma Peygamber olarak gönderecğim. O peygamberi bütün yaratılmışların arasından seçtim. Kendisini ve ümmetini yerden ve gökten yüzyirmi dört bin yıl evvel yarattım. Kıyamet günü O’nun yolundakilerin yüzü bütün insanların yüzünden daha ak, aydınlık ve abdest suyu değen vücut parçaları pırıl pırıl olacaktır.
Feriştehler geldiler, saf saf olup durdular
Beş vakit namaz kıldılar, aşkına Muhammed’in
Tevrat, Musa aleyhisselama inince büyük Peygamber çok sevindi ve şükrünü dile getirdi. Cenab-ı Hak:
-İnsanların kalbine baktım. En mütevazi olarak seni gördüm. Bu sebeple seni Peygamber yaptım ve benimle konuşma devletine erdirdim, dedi ve ilave etti:
-Ölünceye kadar tevhid üzere ol. Sevgili Muhammed Mustafa’nın Resulüm olduğunu tasdik et ve kalbine O’nun muhabbetini yerleştir!
-Ya Rabbi, Muhammed kimdir; O’nu tanımıyorum?
-O öyle bir kimsedir ki yerleri ve gökleri yaratmadan binlerce sene evvel güzel ismini arşın üzerine yazdım. Ya Musa, sana çok yakın olmamı ister misin? Öyle bir yakınlık ki bedenine ruhdan ve gözünün siyahına beyazından daha yıkn olayım!..
-Allahım bundan gayrı ne arzum olabilir?…
-Öyleyse Habibime çok selavat oku.
Hak teala devam etti:
-Ölen bir kimse Muhammed aleyhisselamı inkar etmişse, o bedbahtı sürüterek cehenneme attırırım. Beni görmesini nasip etmem ve hiç bir melek ve peygamberin şefaat etmesine de için vermem!…
Bunu yolundakilere bildir.
-Ya Rabbi O’nun hakkında biraz daha bilgi sahibi olmak isterim.
-Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı; yeri-göğü, cenneti-cehennemi ayı, güneşi, geceyi-gündüzü, melekleri, Peygamberleri ve hiç bir şeyi yaratmazdım. O’nun Peygamberliğini kabul etmezsen İbrahim halilulllah bile olsan sana eziyet ederim!…
-Onun Peygamberliğini ve yüksekliğini kabul ettim Ya Rabbi!…
Havada uçan kuşlar, yeşerüp dağ ü taşlar,
Yemiş verir ağaçlar, aşkına Muhammed’in
Davut aleyhisselam, bir gün Zebur okurken kitaptan bir nur yükseldiğini; bu nurun odayı doldurduğunu ve kalbinin rahatladığını gördü… Ve bu hal, her Zebur okuyuşunda tekrar etti. Nurun mahiyetinni Allahü tealaya sordu:
-Ya Rabbi bu nur neyin nesidir?
-O, habibim Muhammed Mustafa’nın nurudur. Cümle alemi onun hatırına yarattım.
Bu tüyler ürperten ilahi cevap üzerine Davut Peygamber, yüksek sesle “Lailahe illallah Muhammedün Resulullah” dedi. Bütün yırtıcı hayvanlar, kuşlar, böcekler ve yılanlar, çevresine toplandılar ve:
-Öyledir ya Davut! diyerek onu doğruladılar.
Bu olaydan sonra Davut Peygamber, Zubur okumaya başlarken kelime-i tevhid söyle oldu.
İmansızlar geldiler, andan iman aldılar
Beş vakt namaz kıldılar, aşkına Muhammed’in
O’nu övmeye kalkan erir ve tükenir.
O’nu hiç bir lisan medhetmeye kafi gelmez. O’ kelimeler üstü ve kelimeler ötesi ve gönüller dolusu sevgiye layıktır.
Yunus kim ede medhi, över Kur’an ayeti
Ah! vergil salevatı, aşkına Muhammed’in
Biz de… kendim, eşim, dostum, tanışım, arkadaşım, binler, onbinler, milyonlar, milyarlar, O’nu o en sevgili ve en üstün’ün Peygambeliğini kabul ettik ya Rabbi…
Bundan üstün devlet bilmiyoruz ya Rabbi!..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.gncturk.forumn.biz
JOKER
Admin
Admin
JOKER


Erkek
Mesaj Sayısı : 210
Yaş : 29
Nerden : SEN NERDEYSEN
RUH HALİ : DİNİ HİKAYELER Geveze
TUTTUĞU TAKIM : DİNİ HİKAYELER Fb
KONU :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

paylaşım :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

AÇIKLIK :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 02/06/08

OYUNLAR
OYUNLAR: 20

DİNİ HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: DİNİ HİKAYELER   DİNİ HİKAYELER Icon_minitimeCuma Haz. 13, 2008 6:22 pm

Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. <
[url=https://gncturk.catsboard.com/][/url]
Her şey güzel olacaktı. Sen, ben ve hayatımız… Hayallerimiz ve hedeflerimiz… Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın…
Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi. Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık. ‘Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.’ diye nikâh memuruna söz verdik. Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım…
Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum. Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum. Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır ‘yaşıyordum.’
Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum. Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu. Seninle sevginin tılsımını çözmüştük. Evet ebedî bir sevginin kaynağının ‘birbirine bakmak’ değil, ‘birlikte aynı yöne bakmak’ olduğunu anlıyorduk… Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren. Allah’ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu. Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki. Huzurluyduk… Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı. Tâ ki o geceye kadar…
17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık. Onların dualarını almıştık ‘iki dünya mutluluğu’ adına. Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı. Eve geç dönmüştük. Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu. Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik. Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk. Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük… O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…
Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. “Artık uyumalıyız.” diye düşündüm. Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin. Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an… Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu. Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü. Bu neydi Allah’ım… Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi? Evet, Allah’ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi… Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı… Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz… Sallantı toz bulutu haline gelmişti. Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü. Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime… Ve sen acı çekiyordun. Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum. Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik. On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik. O durumda iken bir aralık bana ‘Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.’ dedin. Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi. İzmit bambaşka bir mekân olmuştu. Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü. Doktor, bacağının kesileceğini söyledi. Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım. Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın? Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun. Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu? Hattâ hayatta kalmanın bile…
Sekizinci gündü… Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler… Çığlıklar, ‘Sesimi duyan var mı?’lar… İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı… Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim… Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu… Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar… İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.
Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı… Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım. Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları… Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz… Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım, ‘Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.’ diyorlar. Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin? Biz seninle ” ötelere” sevdalandık.
Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…
Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana ‘unutursun’ diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum. Biz seninle sürekli “öteleri” aradık. Sen buldun aradığını. Ben ise yoldayım hâlâ.
İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb’imden. Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.
Vekillerin En Güzeli’ne emanet ol…
* 1999 Marmara Depremi’nde yaşanmıştır.
Yüsra MESUDE
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.gncturk.forumn.biz
JOKER
Admin
Admin
JOKER


Erkek
Mesaj Sayısı : 210
Yaş : 29
Nerden : SEN NERDEYSEN
RUH HALİ : DİNİ HİKAYELER Geveze
TUTTUĞU TAKIM : DİNİ HİKAYELER Fb
KONU :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

paylaşım :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

AÇIKLIK :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 02/06/08

OYUNLAR
OYUNLAR: 20

DİNİ HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: DİNİ HİKAYELER   DİNİ HİKAYELER Icon_minitimeCuma Haz. 13, 2008 6:23 pm

[b][i]Allah Ile Tanrı Kelimesi Arasındaki Fark[/i][/b]

Allah kelimesi ile tanrı kelimesi arasında ne fark vardır :
bizim eski atalarımız müsliman olmadan önce yaratıcı bir zata inanıyorlardı.belki kendilerine göre değişik tanrılarıda vardı.ama onlar daha çok kendi lehçeleri ile ”tengri” dedikleri zaman zat-ı uluhiyeti kasdediyorlardı.bu kelime sonra biraz daha incelik kazandı tanrı şeklini aldıki aslında mabud demektir ve arapcadaki ‘ilah’ın fransızcadaki ‘diyo’nun farscadaki ‘huda’nın karşılığı olan bir kelimedir.
[url=https://gncturk.catsboard.com/][/url]
Ama hiç bir zaman Cenab-ı Hakkın bütün Esma-i Hüsnasını cami,ism-i zat olan Allah kelimesinin karşılığı değildir.
Allah dendiği an,bütün kainatta tecelli eden isimleriylebir zat-ı ecell-i A-la akla gelir Allah kelimesiyle anlaşılan budur.yani o Mabudu mutlak,Halıkı mutlak,Maksud-u mutlak,Rezzak-ı mutlak,Bari-i mutlak,Cemil-i mutlak’tır.
İlhesma-i Hüsnayı cami Allah kelimesinde böyle umumi bir mana anlaşılır,ve bu itibarladaAllah’ın(c.c)ism-i hass dır Allah dendiği anbu ma-budu mutlak anlaşılır,ve vacib-ül vücud akla gelir.ama tanrı dendiği zamanyunanlıların aklına zeus,mısırlının apis boğası,ve hintlinin aklınada kendi inakleri gelir.tanrı kelimesiyle yerli yersiz ma-bud kelimesinin akla gelmesine karşılık,Lafz-i celale olan Allah kelimesi vacib-ül vucut un ism-i hassı olarak sadece o Esma i Hüsna sahibi Za tı Zülcelali akla getirir .onun için bir insan tanrı demekle Allah yerinde kullanırsa maksatını anlatamaz ve hata etmiş olur.
tanrı ilah kelimesi yerinde,huda,diyo ve god yerinde kullanılabilir.fakat Allah yerinde değil….
Allah cenab-ı Hakk ın Zatının has ismidir.Onun için LÂ İLAHE İLLALLAH diyoruz.fakat la Allaha illallah demiyoruz.Evvela ilahlar tanrılar ne varsa hepsi nefyediliyor,sonrada isbatta mabudu mutlak getiriliyor ve sadece ALLAH vardır deniliyor.
Mevlid yazarı Süleyman çelebi,bu hususu çok güzel tefrik ederek ”Birdir ALLAH ondan artık tanrı yok” deyip,her iki kelimenin yerinide tayin ve tesbit etmiştir.
Buna bina en bir insanın ağzından tanrı kelimesi çıktığında hemen reaksiyon göstermemeli o adamın maksadına bakmalı ALLAH yerine o manayı kullanmışsa tatlıca ikaz etmeli aksine tevehhür gösterilmemeli.hele günümüzde asla.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.gncturk.forumn.biz
JOKER
Admin
Admin
JOKER


Erkek
Mesaj Sayısı : 210
Yaş : 29
Nerden : SEN NERDEYSEN
RUH HALİ : DİNİ HİKAYELER Geveze
TUTTUĞU TAKIM : DİNİ HİKAYELER Fb
KONU :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

paylaşım :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

AÇIKLIK :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 02/06/08

OYUNLAR
OYUNLAR: 20

DİNİ HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: DİNİ HİKAYELER   DİNİ HİKAYELER Icon_minitimeCuma Haz. 13, 2008 6:23 pm

İki Köle

Bir gün padişah iki tane köle satın aldı. Kölelerden biri çok temiz yüzlü inci dişli biriydi, nefesi gül gibi kokuyordu. Diğeri oldukça çirkindi, dişleri çürümüş ağzı kokuyordu.
[url=https://gncturk.catsboard.com/][/url]
Padişah o güzel yüzlü köleye ihsanlarda bulunarak onu hamama gönderdi. Dişleri çürümüş ağzı kokan köleyi yanına çağırdı. Kendini çok beğendiğini fakat arkadaşının kendisi hakkında çok kötü şeyler söylediğini belirterek, onun da arkadaşının kötü huylarını söylemesini istedi. Fakat köle arkadaşına toz kondurmadı hep onu övücü sözler söyledi. Padişah ne yaptıysa bir türlü o köleye arkadaşı hakkında kötü bir söz söyletemedi. <
Nihayet ikinci köle hamamdan geldi. Padişah onu da sınamak için huzuruna çağırdı. Onu övücü sözler söyledi.
“Sıhhatler olsun ne kadar zarif ve latif olmuşsun. Keşke öbür kölenin sayıp döktüğü kötü huyların da olmasa ne olurdu.” dedi ve onu da diğer köle gibi denemek istedi.
Bunun üzerine köle kızdı, köpürdü ve arkadaşı hakkında kötü şeyler sayıp dökmeye başladı.
Biraz konuştuktan, arkadaşının kötülüklerinden bahsettikten sonra padişah onu susturdu:
- “Yeter artık ikinizin de özünü, aslını anladım, onun ağzı kokuyor, senin ise için kokmuş, bundan sonra sen o doğru sözlü ve güzel huylu kölenin emrindesin haydi git.” dedi.
- Güzel ve iyi yüz, kötü huyla birlikte olursa bir kalp akça bile etmez.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.gncturk.forumn.biz
JOKER
Admin
Admin
JOKER


Erkek
Mesaj Sayısı : 210
Yaş : 29
Nerden : SEN NERDEYSEN
RUH HALİ : DİNİ HİKAYELER Geveze
TUTTUĞU TAKIM : DİNİ HİKAYELER Fb
KONU :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

paylaşım :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

AÇIKLIK :
DİNİ HİKAYELER Left_bar_bleue100 / 100100 / 100DİNİ HİKAYELER Right_bar_bleue

Kayıt tarihi : 02/06/08

OYUNLAR
OYUNLAR: 20

DİNİ HİKAYELER Empty
MesajKonu: Geri: DİNİ HİKAYELER   DİNİ HİKAYELER Icon_minitimeCuma Haz. 13, 2008 6:25 pm

[b][i]NOT:BUNLAR YAŞANMIŞ VE GERÇEK HİKAYELERDİR.Ve o [color=red][u]ALLAH İLE TANRI[/u][/color] arasındaki fark adlı yazıyı lütfen okuyunuz...[/i][/b]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.gncturk.forumn.biz
 
DİNİ HİKAYELER
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
GENÇ TÜRK :: (¯`·._.·[Dini Konular]·._.·´¯) :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: